11:08 am - BİR GERİ 2 İLERİ, YİNE ZAM GELDİ: Motorinin litresi 45 lirayı aştı!
10:31 am - METEOROLOJİ’DEN UYARI | Trabzon ve Doğu Karadeniz’de sağanak yağış ve kar uyarısı
9:05 pm - EKMEĞE FAHİŞ ZAM GELİYOR! Trabzon’da Durum Ne?
8:31 pm - EKONOMİK KRİZİN ACI TABLOSU: Pazarlar bomboş, esnaf mutsuz, yurttaşlar çürük domates alıyor!
8:22 pm - ELEKTRİĞE GİZLİ ZAM RESMİ GAZETE’DE: Faturalara ‘Şimşek’ çarptı
12:08 pm - PROF. DR. GÜRDAL YILMAZ’DAN VİRÜS AÇIKLAMASI! “Hastalıkları tetikliyor”
6:37 pm - BES-AR: Açlık sınırı 29.000’i, yoksulluk sınırı 78.000 ‘i aştı
10:26 am - RİZE’DE 4,7 ŞİDDETİNDE DEPREM
Bazı sözcükler güven verir, olumsuz bir çağrışımdan azadedir.
Doğal, özdeş, aroma gibi…
Gıda ürünlerinde sıkça karşılaşırız bu üç sözcükle: ‘Doğala özdeş aroma’. Misal, doğala özdeş şeftali der etiket, siz sanırsınız ki şeftaliden eldedir. Oysa bir mantar veya bakteriden üretilmiştir. Bildiğiniz şeftali ağacının kıyısından köşesinden dahi geçmemiştir.
Fındık ezmesi aldığınızı düşünürsünüz ama yediğiniz belki de bir mikroba ürettirilmiş fındık tadında posadır. Hasılı ‘doğala özdeş aroma’ gerek yiyecek, gerek içeceklere bir koku veya tadı taklit etmek amacı ile katılan, laboratuvarda yapay olarak üretilmiş kimyasaldan başka bir şey değildir.
Bazen de diğer dillerden ‘şık’ sözcükler devşiririz gıda etiketleri için.
Misal ‘modifiye’.
Sahi, ‘modifiye mısır nişastası’ denince ne anlıyoruz?
Sakın GDO’lu gıda (Genetiği değiştirilmiş gıda) olmasın?
Bebe bisküvisinden çikolata ve ketçapa nice üründe kullanılmakta oysa..
Etiket zorunluluğu bir saat çiğneyip atılacak bir sakızda dahi vardır ama en çok tükettiklerimiz bunun dışındadır: Ekmek!
Hamurun asidini arttırmak için ayrı,
Bayatlamayı geciktirmek için ayrı,
Su kaldırma oranını yükseltmek için ayrı katkı maddesi kullanıyor ekmek ve un sektörü.
Yetmedi hacim artırıcı, unu beyazlatıcı vs. için de ek katkı yükleniyor ekmeğe. Hatta daha pahalı satılan tam buğday, tam tahıl gibi ekmeklere kahverengi renk için kakao ekleniyor genelde.
Sorsak ki, E300, emülgatör olarak E471 ve E477, E282, sodyum diasetat, E280 propyonik asit, E202 potasyum, E200 sorbik asit, E 202 potasyum sorbat, E283, E170 potasyum karbonat, E332 potasyum sitrat, E928 benzol perolsit, E920 sistain, E924 potasyum bromat ile birlikte sakkaroz, maltoz, fruktoz bir arada yer misiniz diye? Yanıtınız hayır mı?
Yanıldınız: Ekmek diye satılan üründen bahsediyoruz aslında. Ve bir etiketi dahi yok ekmeğin. Oysa ekmek satış dolaplarında bir barkod yer alabilir bu bağlamda. Ama yok!
Kapitalizm, sağ iktidarların himayesinde ülkemizde son elli yıldır daha da palazlandı. Yemeğimizi, ekmeğimizi, suyumuzu doğal halinden uzaklaştırdı.
İşte bu yüzden eskiye göre daha fazla hastayız, daha şişmanız, daha fazla kanser oluyoruz.
Sağlıklı birey, sağlıklı toplum talebi politik bir taleptir.
Sosyal ve siyasal iyilik hali olmadan sağlıklı bir yaşam pek mümkün değil.
Çözümü ise mümkün:
Doğala özdeş adalet, doğala özdeş demokrasi, doğala özdeş insan hakları, doğala özdeş özgürlük, doğala özdeş gıda, doğala özdeş siyaset, doğala özdeş yaşam ile bunlar için mücadele birlikteliği.evrensel
HAYATIMIZLA OYNUYORLAR!
Baktım markette zencefilli gazoz da var, ithal etmiş büyüklerimiz, sağ olsunlar. İçinde zencefil var mı? Yok.
Aroması da, rengi de yapay. Ama kendisi doğala özdeş.
Bizim bir çiçekçi var, serada karanfil ve gül yetiştiriyor.
Satmadan önce üstlerine koku sıkıyor.
Doğala özdeş gül!
Kayseri’nin en ünlü mantıcısına götürdüler.
Kaşıkla diye bir yer.
‘Yer’ demek doğru değil, entegre tesis mübarek.
Bir kapıdan 80 kilo giren, diğer kapıdan 100 kilo çıkıyor.
“En iyi Kayseri mantısı burada”
Aldım iki kutu, eve getirdim koydum dondurucuya.
Bir ay sonra yemeğe kalktık, baktık mantı acılaşmış.
Niye ki? Et mi bozuldu?
Etin bozulması mümkün değil, çünkü et yerine soya kıyması kullanıyorlar, içinde et olan mantı neredeyse kalmadı.
Acılık içindeki azot gazından geliyor. Raf ömrü uzasın diye paketlenme aşamasında azotu basmışlar mantıya.
Doğala özdeş!
Bir bilgi daha: O, mantının raf ömrü uzasın diye içine konan azot gazı zamanla gıda zehirlemesine yol açıyor. Bunların hepsi doğayla özdeş gazlar. Onlara “gıda gazı” diyorlar. Azot gazı da, oksijen de istenmeyen durumlarda inert atmosfer oluşturarak gıdaların kısa sürede bozulmasını önlüyor. Mesela, taze etlere de oksijen gazı veriyorlar ki, hep taze, kıpkırmızı görünsün raflarda. Yasal bunlar, girin internete “gıda gazı” diye yazın, görün neler yediğinizi.
Markete üzüm gelmiş. Kırmızı, iri, dipdiri şeyler. Erik gibiler maşallah!
Nereden geliyor bunlar? Şili’den.
Şili mi?
Evet!
Kaç gündür buradalar?
3-5 gün oldu.
Düşünün, Şili’nin bir köyünde topluyorlar bunları. Uzun yolculuklar sonunda bizim kasabaya kadar geliyor. Bir süre bizim manavda bekliyor. Alıyorsun eve getiriyorsun, evde de3-5 gün daha, bana mısın demiyor. Hala kütür kütür.
İyi ama nasıl?
Şahane şeyler var, adına ilaç diyorlar. Üzümlere verilen bu ilaçlardan birinin etiketindeki faydaları sayalım mesela:
Dane büyüklüğünü arttırır, Dane ağrılığını arttırır, Dane şeklini daha düzgün olarak değiştirir, Tam olgunlaşmadan daneye parlak sarı yeşil rengini verir, Dayanıklı ve dirençli kabuk sayesinde hasat ve hasat sonrası olabilecek yaralanmalar en aza iner, hastalıklara direnç katar, Kullanım dozu yükseldiğinde sofralık üzümlerde hasadı geciktirir. Raf ömrü uzar.
Nedir bu?
Sitokinin.
Büyüme hormonu.
Bakın şu şansa ki, sitokinin insanda da aynı işe yarıyor. Sonra anneler şikayet ediyorlar “ee benim çocuk erken kıllanıyor!”
Bu dünya böyle hanım abla, sen üzümü alırken kıllanmazsan, çocuğun kıllanır.
Adana’da çiftçilerle çalışıyoruz. Yaz güneşi altında soğutması olmayan tankerle süt topluyorlar mandıralara.
Şoföre soruyorum “Bozulmuyor mu bu sıcakta süt?”
“Abi, tankere iki bardak hidrojen peroksit döküyorum, akşama kadar bir şey olmuyor.”
Hidrojen peroksit dediği şey kadınların saçlarının rengini açmak için kullandıkları bir kimyasal.
Çok kötü değil, sadece canlıları öldürüyor.
Süte koyunca bütün bakteriler ölüyor, geriye bozulacak bir şey de kalmıyor.
Doğala özdeş süt!
Bu anlattıklarımın hepsi yasal.
Temel problem şu ki: İnsan doğa ilişkisi değişti.
İnsan yeni bir doğa kurgusu yaptı, kendini doğanın dışına aldı, doğayı alınır-satılır mal yaptı, sentetikleştirdi ve tüketime sundu.
Hal böyle olunca, insan kendinin doğal bir varlık olduğunu unuttu.
(Beşer işte, unutacak elbet)
İnternetten pantolon, ayakkabı, peynir, arkadaş ve sevgili edinmeyi marifet bildi.
Optik kabloların sunduğu hayatı da hayat bildi. İnsan artık bu!
Doğala özdeş!
Prof Dr. Erkan Topuz