2:56 pm - BARINMA, ISINMA, EĞİTİM, SAĞLIK: Anayasal haklar yardıma endeksli
9:19 pm - ANMA!
9:41 am - HALKI YOKSUL BIRAKIP TERBİYE ETMEK İSTİYORLAR
10:31 pm - YOKSULLUK SINIRI MI, ENFLASYON ALTI ZAM MI? .
8:07 pm - İŞSİZLİK GİZLENİYOR MU? İnsanlar iş ekmek arama peşinde sürünürken…
6:58 pm - VEFAT VE BAŞSAĞLIĞI
8:11 am - SONSUZ SAYGI VE MİNNETLE: Cumhuriyet’in kurucusu Atatürk tüm yurtta anılıyor
10:57 pm - FATURALARDA YENİ DÖNEM! Elektrik ve doğal gazı zamlı ödeyecek kesim belli oldu
9:50 pm - BEKÇİLERLE İLGİLİ YENİ DÜZENLEME GELDİ…
Küçük üreticilerin tasfiyesi ve tarımda şirketleşme artık devletin resmi politikası. Ekilebilir arazi büyüklüğü 2001’de 26,3 milyon hektardı, 2023’te 23,9 milyon hektara indi. 2,4 milyon hektar alan tarım dışına çıkartıldı.
Her ne kadar tarımda 1980 sonrası başlayıp 1990’larda artan oranda müdahalelerle küçük üreticilere yönelik bir tasfiye süreci başladıysa da tarımda kapitalizm/şirketleşme somut ifadeleri 1990 ve 2000’lerde devletin resmi politika metinlerinde de yer bulmuştur.
7.’ci 5 Yıllık Kalkınma planı (1996-2000), destekleme politikalarının fiyat istikrarını bozduğunu vurgulayarak destekleme politikasındaki değişimin gerekliliğini ön plan çıkarmıştır. (DPT, 1995: 57). VIII.
Kalkınma Planı (2001-2005), tarım politikalarının belirlenmesinde uluslararası kurumların ön gördüğü yükümlülükler ve uluslararası kurumlara taahhüt edilen çerçeveden ele alınacağını vurgulamıştır. (DPT, 2000:133).
Bu ifadelerin somutlaşması 1999’da IMF ile imzalanan Stand-by Anlaşması ve Mayıs 2001’de Dünya Bankası ile hazırlanan Tarım Reformu Uygulama Projesi ile başlamıştır.
Bunların ardından Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı ve AB’ye üyelik sürecinde Ortak Tarım Politikasına uyum çabaları tarımdaki hedeflenen dönüşümün basamakları oldu.
Daha net olarak tarımda kapitalist üretim ilişkilerin mekanizmaları ve şirketleşmenin temelleri bu anlaşmalarla atıldı. Bu düzenlemelerden sonra çıkartılan yasal düzenlemeler ile tarımda şirketleşmenin somut hedef olduğu daha da netleşleşti.
Kaldı ki tarımdan sorumlu üst düzey yöneticiler çok rahat bir şekilde şirketleşmenin tarımda çıkar yol olduğunu ifade edebilmektedirler. Bu çerçevede çıkarılan kanunlar şunlar oldu:
TARIM KANUNU
Tarımda şirketleşmeyi hedefleyen adımlardan biri 2006’da yürürlüğe konulan 5488 sayılı Tarım Kanunu’dur. Kanunda tarımsal üretimde şirketlerin çıkarı ön planda.
Kanun’un 13. maddesinde, destekleme ödemelerinde sözleşmeli üretimin temel olduğu, havza bazlı modele ve sermayenin isteğine uygun tarım ürünlerinde destekleme yapılacağı ima edilmektedir. Yani sözleşmeli üretim ve sermayenin çıkarları temel alınmaktadır.
Yine Tarım Kanun’un 10.maddesi, çiftçilerin yüzyıllar boyunca kullandığı tarımsal girdileri fikri mülkiyet hakları kapsamına alarak şirketlerin piyasada daha etkin olmalarının önünü açmaktadır.
Bunların yanında Kanun’un 21. maddesinde “tarımsal destekler için ayrılacak kaynağın Gayri Safi Yurtiçi Hasılanın (GSYH) %1’inde az olamayacağı” belirtilmiş; fakat ödemeler GSYH’nin %1’ine hiçbir zaman eşit olmamıştır.
TOHUMCULUK KANUNU
2006’da çıkartılan 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu da tarımda şirketleşmenin ikinci ayağını oluşturmaktadır. Bu kanun, fikri mülkiyet hakları kapsamında düzenleme ile biyolojik çeşitliliği ve genetik kaynakları şirketlerin kontrolüne bırakmaktadır.
Bu çerçevede Kanunun 5. Maddesi ile küçük üreticilerin kendi tohumlarını kullanması engellenmektedir. Desteklemenin sertifikalı tohum kullanımına bağlanması ile sertifikasyon işlemlerini yapan şirketler tarımsal üretimi kontrol hakkı kazanmıştır. Kanunun 7. Maddesi tescillenmiş tohumların yurt içi satışına onay vererek küçük üreticileri şirketlere bağımlı kılmıştır.
Tohumculuk Kanunu ile kamu tohumculuğun her alanından çekilmiş ve bu alanı özel şirketlere terk etmiştir. Tohum alanı şirketlerin hegemonyasına açık hale getirilerek yerli ve yabancı şirketleri tohum ve tarımsal üretim alanında belirleyici konuma getirmiştir.
Tarımda şirketleşmenin hızlandırılmasının bir diğer mekanizması sözleşmeli üretim modelidir. Geçmişte şeker pancarı üretiminde kamu kesiminin dâhil olduğu bir model olan sözleşmeli üretim, günümüzde hiçbir yasal dayanağı olmayan tek taraflı, şirketlerin koşulları belirlediği bir modele dönüşmüştür.
İlk düzenlemeler 1990’lı yıllarda olsa da modelde şirketlerin ön plana çıkartılması açısından 2008’de yürürlüğe konulan “Sözleşmeli Üretim ile İlgili Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik” önemli. Şirketler, bu yönetmelik maddeleri ile üretimi doğrudan kontrol etmekte ve üreticiler üzerinde denetim kurmaktadır.
Hükümet politika metinlerinde tarım-sanayi entegrasyonunda tarıma dayalı sanayinin hammadde ihtiyacının kesintisiz temin edilmesi için sözleşmeli üretim modelini ön plana çıkartarak tarımda şirketlerin belirleyici hale gelmesini sağlamıştır.
(Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, 2016:148, 189). Hükümet desteklerin sözleşmeli üretim doğrultusunda yapılacağını belirterek küçük üreticileri, büyük şirketlerin istedikleri ürünleri üretmeye zorlamakta.
Şirketler doğrudan toprak sahibi olmadan sözleşmeli üretim aracılığı ile üretim sürecini bütünüyle kontrol ederken üretimde doğacak riskleri küçük üreticilere devretmektedir. Sözleşmeli üretim, sermayenin küçük üreticiler üzerindeki denetiminin ve kapitalist üretim ilişkilerinin yeni bir biçimi olarak ön plana çıkmaktadır.
ARAZİLERİN KİRALANMASI
Tüm bu yasal düzenlemeler doğrultusunda tarımda kapitalist üretim ilişkilerinin yerleştirilmesi çerçevesinde şirketlere tanınan ayrıcalıklar ve avantajlara bir yenisi olarak “İşlenmeyen Tarım Arazilerinin Tarımsal Amaçlı Kiraya Verilmesine İlişkin Yönetmelik” devreye sokuldu.
22 Ağustos’ta çıkartılan yönetmelikte iki yıl üst üste ekilmeyen arazilerin tarımsal üretime kazandırılması için kiraya verileceğine ilişkin düzenlemeler yer aldı. Yönetmeliğin çıkartıldığı dönemde tarımsal üretimde genel görüntünün ne olduğunu ortaya koymak gerekiyor.
Dünyada gıda fiyatları düşerken Türkiye’de halen ciddi gıda fiyatları artışının devam etmesi ülkemizde gıda krizi ya da tarımsal üretimde krizin halen devam ettiğini göstermektedir.
Bu yönetmeliğin konusu bu dönem mi gündemde, hayır. 7-8 yıldır üzerinde konuşulan bir uygulamanın hayata geçirilmesi söz konusu. Öyleyse bu ülkede söz konusu ekilmeyen arazilerin varlığı ya da tarımsal üretimden kopma bugünün değil uzun süredir tarımsal üretime karşı iktidarın hoyratça bakışının konusudur.
2006 yılında kendi çıkardıkları Tarım Kanunu’nun 21. maddesi tarımsal destekleme programları için bütçeden ayrılacak tutarın Gayri Safi Milli Hasıla’nın %1’inin altında olamaz hükmüne bile 18 yıldır uymamaktalar. 2020’li yıllara girildiğinde destek oranı %0,3’e kadar gerilemiştir.
2002’de 65 milyon olan nüfus 2023 sonunda 85 milyona çıkmış görünüyor. Bu nüfusa sayıları tartışılan yabancı uyruklu göç rakamları dahil değil. Onları da dahil ettiğinizde gıda ihtiyacı olan en azından 90 milyonun üzerinde bir nüfus ortaya çıkıyor. Diğer bir ifade ile nüfusumuz 22 yılda Yunanistan ve Bulgaristan’ın toplam nüfusundan fazla arttı.
Nüfusta böyle bir artışa karşılık tarımsal faaliyetlerde kullanılan arazi ne olmuş diye baktığımızda sıkıntılı bir tablo ile karşılaşıyoruz. Türkiye’nin 2001’de ekilebilir toplam arazi büyüklüğü 26,3 milyon hektardı. 2023 TÜİK verilerine göre ise 23,9 milyon hektar görünüyor.
Yani bu dönemde yaklaşık 2,4 milyon hektar tarım alanı tarım dışına çıkartılmış. Kaybedilen bu kadar büyük tarım alanı yanında mevcut olan tarım alanlarından ekilmeyen alanların varlığı da dikkat çekici.
Örneğin 2001’de 26,3 milyon hektar arazinin sadece 18 milyon hektarı ekilmiştir. TÜİK’e göre ekilen alan 16,7 milyon hektar görünmekte.
Yani 2001’den bu yana ekilen alanda da yaklaşık 1,3 milyon hektarın üzerinde düşüş mevcut. 2,4 milyon hektar tarım dışına çıkan ve ekilmeyen 1,3 milyon hektar arazi. İncelenen dönemde 3 milyon tarım işletmesinden 700 bininin tasfiye edilmiş olması da bunu açıklıyor.
2001 genel tarım sayımı sonuçlarına göre 3 milyon çiftçi mevcutken, küçük ölçekli tarım işletmeleri bu süreçte ciddi bir tasfiyeye uğramış ve sayı 2024 ÇKS verilerine göre 2,3 milyona düştü.
İşletme sayıları ve ölçeklerine göre dağılımları hakkında elimizdeki en güncel veri 2019’a ilişkin. DPT tarafından yapılan 2001 Genel Tarımı Sayımı sonrası TÜİK tarafından üzerinden 23 yıl geçmesine rağmen bir tarım sayımı yapılmamıştır.
Tarımsal işletme yapılarına ilişkin arada bir istatistikler yayınlansa da bunlarda ölçeklere ve mülkiyet yapılarına ilişkin bilgiler yer almamaktadır. Bu nedenle kullanılan veriler ÇKS’den bilgi edinme yasası çerçevesinde alınan bilgiler çerçevesindedir. En son 2019 olsa da küçük üreticiliğin tasfiyesine dair önemli bilgiler ortaya koyuyor.
1991-2001 döneminde toplam işletme sayısı, %24 azalarak 3 bin 967’den 3 bin 22’ye düştü. Aynı dönemde kullanılan arazi büyüklüğü de %21 azalarak 234 bin 511 dekardan 184 bin 348 dekara düştü.
1991-2001 döneminde tasfiye olan işletmelerin %90’ı küçük üreticilere (100 dekar ve altında çalışan) ait. Toplam tasfiye olan 945 bin işletmenin 854 bini 100 dekar ve altında çalışan işletme.
2001-2019 döneminde ise toplam işletme sayısı %25 azalarak 3 bin 22’den 2 bin 265’e; kullanılan arazi büyüklüğü de %20 azalarak 184 bin 348 dekardan 148 bin 29 dekara inmiştir. Ama en önemli veri ise bu dönemde toplam tasfiye olan işletmelerin %85’inin 100 dekarın altında çalışan küçük üreticiler olmasıdır.
Başka bir deyişle, bu dönemde 757 bin tasfiye olan işletmenin 644 bini küçük üreticilerdir. 1991-2019 döneminde işletme sayısındaki oransal düşüşün arazi büyüklüğündeki düşüşten fazla olması ortalama işletme ölçeğini 59 dekardan 65 dekara çıkmasını sağlamıştır6.
Ortalama işletme ölçeğindeki bu artış da küçük ölçekli arazilerin tarım dışına itildiğini göstermektedir. Bir tarım sayımı yapılıp arazi tasarrufuna dair bilgi olmadığı için, sayısı düşen küçük ölçekli arazilerin büyük ölçekli üreticiler ya da büyük şirketler tarafından yutulup yutulmadığı konusunda değerlendirme yapmak zor.
*Dekar
Kaynak: DPT, 1991, 2001; ÇKS, 2019
Şimdi yönetmeliğin kapsamında olan ekilmeyen arazilere ilişkin birkaç soru ile başlayalım. Ekilmeyen arazilerin ekilmeme nedenlerine hiç bakıldı mı?
Gıda enflasyonunun da nedeni olan üreticinin üretim için ihtiyaç duyduğu girdi fiyatlarındaki yüksek artışlar özellikle küçük üreticileri üretimden uzaklaştırdı.
Bu arazilerde gerçek sahipleri yeterli gelir elde edemediği için üretimden koparken, yönetmelikte öncelik verileceği ifade edilen orada ikamet eden çiftçilerin kiracı olarak hangi saiklerle üretim yapması beklenmektedir.
Yerelden istek olmazsa STK’lara ve meslek odalarına kiralanabileceği belirtiliyor. Aslında bir anlamda üreticinin arazisine el konuyor. Kiralayacak kuruluşların tarımsal üretim yapan şirketlerle hangi bağlarının olabileceği belirsiz.
Tüm bu boşluğu ve belirsizliği ile “Tarım Kanunu”, “Tohumculuk Kanunu” ve Sözleşmeli Üretim Modelinden sonra ekilmeyen arazilerin kiralanması yönetmeliği ile şirketlere tarımda yeni bir alan açma operasyonu başlatılmıştır.…18.10.2024… BirGün