12:08 pm - PROF. DR. GÜRDAL YILMAZ’DAN VİRÜS AÇIKLAMASI! “Hastalıkları tetikliyor”
6:37 pm - BES-AR: Açlık sınırı 29.000’i, yoksulluk sınırı 78.000 ‘i aştı
10:26 am - RİZE’DE 4,7 ŞİDDETİNDE DEPREM
10:13 am - SOSYAL YARDIMLA YOKSULLUĞA YAMA
2:56 pm - BARINMA, ISINMA, EĞİTİM, SAĞLIK: Anayasal haklar yardıma endeksli
9:19 pm - ANMA!
9:41 am - HALKI YOKSUL BIRAKIP TERBİYE ETMEK İSTİYORLAR
10:31 pm - YOKSULLUK SINIRI MI, ENFLASYON ALTI ZAM MI? .
8:07 pm - İŞSİZLİK GİZLENİYOR MU? İnsanlar iş ekmek arama peşinde sürünürken…
6:58 pm - VEFAT VE BAŞSAĞLIĞI
“Cumhuriyetin yüzyılı mücadelerle geçti” değerlendirmesinde bir başka pencereden bakış!…
Türkiye burjuvazisi sermaye birikimini giderek bağımlılık içinde oluşturdu. Emperyalistlerle kurulan ticari ve siyasi ilişkilerin istikrarı için işçilere biçilen rol sürekli çalışmaktı.
KURULUŞ
Cumhuriyeti Kurtuluş Savaşı dönemine indirgeyerek, hatta Atatürk’ün mavi gözlerine methiyelerle dolu videolarla kutlayan şirketler, partiler ve tuzu kuru örgütler yüzyıllık tarihin mücadelelerle geçtiğini atlıyorlar.
Kurtuluş Savaşı’nı kazanan halkın büyük bir çoğunluğunun bugün nasıl yaşadığını, nelere maruz kaldığını görmeyen bu gözle cumhuriyet için yalancı bir tarih yazılıyor. Oysa emekçilerin cumhuriyetle ilişkisi hiç de kolay olmadı.
En başından başlayalım:
Mustafa Kemal 28 Ekim 1923’te ‘Yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz’ dediğinde yeni rejimin ne olacağı sadece onun zihnine doğan bir fikir değildi.
Osmanlı İmparatorluğu’nda Tanzimat’la başlayan 1. ve 2. meşrutiyetle süren ‘yenileşme hareketleri ile, dünyanın genel durumu bu fikrin süreç içinde olgunlaşmasını sağlamıştı.
Osmanlı İmparatorluğu 19. yüzyıl boyunca önemli değişimlerden geçti. Her şeyden önce imparatorluk topraklarındaki ulusların ayrılma mücadeleleri başlamış; süreç içinde Yunanistan’daki topraklar, Balkanlar, Kuzey Afrika, Arap bölgelerindeki topraklar kaybedilmiş, 1. Dünya Savaşı’ndan sonra İstanbul dahil İmparatorluğun birçok bölgesi emperyalist devletler tarafından işgal edilmişti.
2.’si; Daha 19. yüzyılda gelişmiş kapitalist ülkelerin pazarı, borç bağımlısı haline gelen imparatorluk coğrafyasında giderek bir ticaret sermayesi birikimi oluşuyor, cılız bir imalat da boy göstermeye başlıyordu.
Başlıca büyük kentlerde çeşitli sektörlere dağılmış proletarya da tarih sahnesine çıkmaktaydı. Nüfusun büyük çoğunluğu ise hâlâ küçük aile üretimi sürdüren veya feodal toprak ağalarına bağımlı köylülerden oluşmaktaydı.
Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüzyılında birçok amele teşkilatı, yardımlaşma dernek ve sandıkları kurulduğu gibi irili ufaklı kendilerine sosyalist diyen teşkilatlar, hareketler ve dernekler de kurulmaya başlanmıştı.
3.’sü; kapitalist ülkeler parlamentolu, genel oy esasına dayalı cumhuriyet rejimini çoktan oluşturmuşlardı. 1. Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı İmparatorluğu ile birlikte dört büyük imparatorluk yıkıldı, Sovyetler Birliği’nde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ilan edildi. Osmanlı’nın toprakları 6 ülkeye dağıldı.
Kurtuluş savaşı ticaret ve küçük meta üretimiyle gelişmeye çalışan milli burjuvazinin önderliğinde gerçekleştiğinde, anayasal meşrutiyet rejiminden bir adım sonrası zaten 1789 Fransız Devrimi’nden beri bir siyasi form haline gelen cumhuriyet olacaktı.
Cumhuriyet devleti bir sınıf egemenliğidir. Milli burjuvazinin o zamanki önder kadrolarının kurgusuyla uzlaşmayan pek çok kesim daha Kurtuluş Savaşı yıllarında tasfiye edilmiş, bir kesimi de cumhuriyet sonrasında bastırılmıştı.
Ne var ki üretimin temel direği ve giderek büyüyecek olan işçi sınıfı ortadan kaldırılacak veya ezilecek bir toplumsal kategori değildi. Bu yüzden işçi hareketleri rejimin en korkulu rüyası haline geldi.
BASKILAR, ENGELLER
Osmanlı İmparatorluğu zamanında 1870’lere kadar tek tük iş bırakmalar görülse de 1872’den 1908’e kadar grevler yavaş yavaş artmıştı.
1908 Devrimi’nin “eşitlik, özgürlük, kardeşlik” sloganları işçilerde de yankı bulmuş ve bu tarihten itibaren çok sayıda grev patlak vermişti.
Rıhtım ve liman işçileri, Cibali tütün, Ergani bakır madeni, dericiler, tramvay kumpanyası ve daha bir dizi imalathanede çok sayıda grev gerçekleşti.
1908-1910 yılları arasında dünyada da yoğunlaşan işçi hareketleri Osmanlı İmparatorluğu içindeki topraklarda da yankı bulmaktaydı. İttihat Terakki hükümeti ‘Tatili Eşgal Yasası’ çıkararak bu grevleri yasakladı.
1920 ve 1921 yıllarında Kurtuluş Savaşı sürerken işgal koşulları altındaki İstanbul’da her milletten işçilerin katıldığı 1 Mayıslar kutlandı. Ne var ki ağır baskı koşulları nedeniyle uzun bir süre işçiler 1 Mayıs’ı kutlayamayacaktı.
Daha cumhuriyet kurulmadan başlayan sermayenin Türkleştirilmesi için yapılan tehcir, mübadele, el koyma uygulamalar cumhuriyetten sonra da devam etti.
Çok kültürlü, çok dinli ve mezhepli işçi sınıfını ise Türk vatandaşı kimliği başlığında belirlenen vasıflarla donatmak amacıyla ‘terbiye’ kampanyası başlatıldı.
Halkın bütününü iktidardaki burjuvazinin kaderine ve kıvancına ortak kılmak üzere başlatılan ulusal seferberlik; işçi ve köylü nüfusun cumhuriyeti kuran elitin belirlediği bir ideolojik çerçeve içinde, ideolojik donatımını sağlamak anlamına geliyordu.
Elbette buna yasaklar, baskılar ve ‘yoldan çıkanlar’ı cezalandırma yöntemi eşlik etmekteydi.
İşçilerin sendika kurma hakkı İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, toplu sözleşme hakkı ise 1960’tan sonra tanındı. Bunlar içten içe kaynayan Türkiye işçi sınıfına uluslararası işçi sınıfının kazanımlarından da esen rüzgarın ürünüydü. Güçlenen devrimci Sovyet işçi sınıfına benzeyip de devleti tehdit etmesinler diye Batılı devletlerin tanımayı kabul ettiği haklardan bazılarıydı.
Türkiye burjuvazisi kendi sermaye birikimini giderek bağımlılık ilişkileri içinde oluşturdu. Emperyalist devletlerle kurulan ticari ve siyasi ilişkilerin istikrarı için Türkiye işçi sınıfına biçilen rol durmadan çalışmaktı. ‘Sınıfsız imtiyazsız kaynaşmış bir kitle yaratacağız’ diye yola çıkan Türkiye burjuvazisinin acımasız çarklarını yavaşlatan işçi mücadeleleri 1960’lardan sonra arttı, yayıldı.
EMEKÇİLERİN CUMHURİYETİ
Sınıf mücadelesi cumhuriyet rejimine emekçilerin bir ayar mekanizmasıdır. Her kapitalist toplum gibi Türkiye’de de cumhuriyet kendi mezar kazıcılarını beslemiştir ve bugünkü rejimin de en çok korktuğu heyula, kendi iktidarını tehdit eden en önemli bir talep işçi sınıfı saflarında dolaşmaktadır. Bu talep ayakların baş olduğu; yani işçi sınıfının kendi kaderini tayin ettiği demokratik bir rejimin kurulması talebidir.
Son yıllarda gücünün zayıflaması için her türlü yöntemin uygulandığı, sendikaların işlevsizleştiği, ağır çalışma koşullarına zorlandığı işçi sınıfının ilk talebi 8 saatlik iş günü bile artık ellerinden alınmış durumda.
El koyulan artı değeri ve vergileriyle ekonomiyi döndüren işçi sınıfı baş kaldırmasın diye yapılan her şey ağırlaşan yoksullukla sonuçlandı.
Oysa işçi sınıfı artık toplumun en geniş kesimini oluşturuyor. Köylü nüfus yüzde 25’lere inerek büyük ölçüde proleterleşti.
Yine de her milletten ve cinsiyetten işçi sınıfı, kadınlar, gençler, topraklarına el koyulan köylüler cumhuriyetten hakkını talep etmeye devam ediyor.
Cumhuriyet sömürücü sınıf ve iktidarların egemenliğinde olduğu sürece de burası dikensiz gül bahçesi olmayacaktır. Halkın kendi kendini yönettiği bir cumhuriyet henüz kurulmamıştır.Evrensel